Hegemonik Bir Başkaldırı:Star Wars:Skywalker'ın Yükselişi
- Dilara Gün
- 6 May 2021
- 6 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 19 May 2021
Amerikan sinemasında olduğu gibi Star Wars filminde de hegemonik erkeklik sembollerine sıklıkla rastlanmaktadır. İlk olarak filmde güç çoğunlukla babadan oğula geçen bir saltanat olarak devam etmektedir. Filmde iyi-kötü savaşından daha çok bir iktidar mücadelesi işlenmektedir.
Sinema her dönemde çeşitli ideolojileri ve düşünceleri topluma öğretmek için en önemli alanlardan biri olmuştur. Devletin ideolojilerini, ülkenin sosyal, politik, ekonomik ve askeri olaylarına bağlı olarak halkı istenilen doğrultuda yönlendirmeye hizmet etmiştir. Buna bağlı olarak kültürünü neredeyse tüm dünyaya yaymayı başarmış Amerikan Sinemasını ve bu filmlerde işlenmiş olan hegemonik erkekliği ele almamız gerekmektedir.
Öncelikle Amerikan Sinema endüstrisi olan Hollywood, erkeğin dünyasıdır. Çoğunlukla erkek yönetmenler, yazarlar ve prodüktörlerin elinden çıkar bu filmler, gayet özenle üzerinde çalışılmıştır. Ve bu filmler kapitalizm, ataerkillik ve geleneksel toplum düzeninin empoze edilmesi üzerine kurulmuşlardır (Turan,2013).
Filmler yoluyla aile içi ve kamusal alanda erkek tahakkümü yeniden üretilerek, toplumda var olan eril sistem sinema aracılığı ile toplumun her kesimine ve her dönemde farklı türler ve karakterler ile sergilenmiştir.
Amerikan sinemasında işlenen erkek genellikle güçlü ve iktidarı elinde bulundurandır. Ailede sözü geçen, çoğunlukla itibar sahibi, iyi bir mesleği olan ve genellikle iyi para kazanan kişilerdir. Şiddet uygulamaktan kaçınmayan hatta uyguladıkları bu şiddet sebebiyle ödüllendirilen, kadınlar tarafından her zaman istenir olan bu tipler insanlara bir erkeğin saygı duyulması için hangi özelliklere sahip olması gerektiğini öğretmektedir.
Özellikle bu filmlerde beyaz erkeklerin gücünün, dayanıklılığının, yeteneklerinin, zekâsının, başarılarının ve bireysel mücadelesinin savaş yoluyla kanıtlandığı görülmektedir. Filmin sonunda rakibini ya da rakiplerini (kötü adamları) yenen beyaz erkek kahraman, zaferini kazanmakta ve ödülünü almaktadır. Savaşmak, mücadele etmek, dövüşmek, öldürmek, kovalamak, cezalandırmak gibi yöntemler, ataerkil ideolojinin beyaz erkek kahramanı yüceltmek için kullandığı araçlardır. Bireyciliğin sınırlarında dolanan yalnız, güçlü ve misyonlarını tamamlayabilen beyaz erkek kahramanlar; western, gangster, bilim kurgu, macera, aksiyon vb. türlerinde temsil edilmektedir (Balcı,2006).
Bu erkeklik standartlara uymayan kişiler toplumda ve erkeklerin dünyasında var olamayacaklardır. Bu tür örnekler, Amerikan sinemasında neredeyse tüm türlerde karşımıza çıkmaktadır. Bunlardan biri de macera ve bilim kurgu örneklerinden biri olan süper kahraman filmleridir. Bu filmlerde erkeklere tanrısal özellikler verilerek güçlü ve kuvvetli olmaları ayrıca zeki ve yenilmez olmaları daha çok küçük yaşlardan itibaren oğlan çocuklarına gösterilmiş, bu süper kahramanlar çocukların birer rol modeli haline gelmiştir. Örümcek Adam, Batman, Kaptan Amerika, Hulk, Süpermen gibi kahramanlar hep erkek olup toplumun içinde yaşayan kadınların ve ayrıca onlar kadar güçlü olmayan diğer erkeklerin koruyucuları olmuşlardır.
Ayrıca yetişkin filmlerinde de bu örneklere sıklıkla rastlayabiliriz. Yetişkinlikler için olan filmlerde benzer örnekler karşımıza çıkmaktadır. Gişe rekortmenleri olan filmlerin çoğunlukla şiddet içerikli ve erkeklerin ataerkilliklerini devam ettirmesinde bir sakıncanın bulunmadığı semboller ve görüntüler yer almaktadır. Özellikle IMDb (Internet Movie Database) puanı yüksek olan ve çok fazla izleyici kitlesine sahip olmuş olan; The Godfather, James Bond, Rocky, Rambo gibi filmler eril zihniyeti yeniden üretmeye hizmet etmişlerdir.
Bu filmlerden bir tanesi ise Dövüş Kulübü adlı filmdir. Filmde erkeklik ve onun dünyası izleyiciye sunulmuş, filmde ki tek kadın karakter olan Marla Singer’a erkeklerin bu dünyasında hayatta kalması için erkekliğe ait özellikler verilmiştir. Film boyunca şiddetin birçok unsuru izleyiciye gösterilmiş ve kurdukları kulüp dolayısıyla da bu ögeler yüceltilmiştir.
Amerikan sinemasında özellikle iki erkek karakter ön plandadır: Bunlardan biri gangsterler bir diğeri ise kovboylardır. Gangster kahramanının özellikleri arasında; sert, ciddi, hiç gülmeyen, suratında bir tiksinti ifadesi olan, kadınlara kötü davranan, servet ve iktidar tutkunu gibi özellikler bulunmaktadır.
Western kahramanlarının ise günümüz erkek kahramanların arketipi ve ataerkil ideolojinin tür filmlerindeki temsilcisi olduğu görülmektedir. Kovboy karakteri, zamanla endüstrileşme ve kentleşme süreçleri ile birlikte anlamını yitirmeye başlamıştır. Western türü ile birlikte yok olacağı düşünülen kovboy karakteri, aslında niceliksel olarak az sayıda örneklerle devam etmiş ama en önemlisi diğer türlerde yer alan erkek kahramanla melezlenerek varlığını sürdürmeye devam etmiştir. Örneğin bilim kurgu örnek olan Star Wars filmlerinde yer alan Jedi Şövalyeleri, esasen uzayda dolanan kovboylar gibidir (Balcı,2006).
Bu bağlamda bilim kurgu türleri arasından olan ve Amerikan yapımı olan Star Wars filmi ilk olarak 1977’de gösterime girmiş olan toplamda 9 filmden oluşan bir seridir. Film kurgusal bir galaksideki gücü sadece belirli yetenekli bireylerin kullandığı iyilik ve kötülüğün savaşını anlatmaktadır. Amerikan sinemasında olduğu gibi Star Wars filminde de hegemonik erkeklik sembollerine sıklıkla rastlanmaktadır. İlk olarak filmde güç çoğunlukla babadan oğula geçen bir saltanat olarak devam etmektedir. Filmde iyi-kötü savaşından daha çok bir iktidar mücadelesi işlenmekte ve bu mücadele erkeklerin arasında geçmektedir. Kadınlar serinin çoğu filminde yardımcı karakter veya ana kahramana yardım eden yan rollerdedir. 2015 yılından sonra son filmde de direnişin lideri olarak göreceğimiz Prenses Leia ile birlikte yavaş yavaş kadınların da iktidar sahibi olmaya başladığına tanık olmaktayız. Serinin son filmi olan Star Wars: Skywalker’ın Yükselişi (2019) filminde ise durumun tam tersi olduğunu görmekteyiz. Öncelikle filmle ilgili sembollerden bahsetmeden önce, 1985 yılında Alison Bechdel’in ortaya çıkarmış olduğu kadınların sinemada (kurgu) ne kadar başarılı temsil edildiğinin ölçüldüğü test ile Star Wars serisini son filminin bu testten geçip geçemediği analiz edilecektir. Buna bağlı olarak Bechdel testine göre: Filmde en az 2 kadın karakter olması, bu kadınların birbiri ile konuşması ve konuştukları konunun bir erkek olmaması gerekli şeklinde toplamda 3 kriter ile ölçülen Bechdel testi, bu çerçevede yorumlanacaktır.
Buna göre Skywalker’ın Yükselişi adlı filmde birçok kadın karakterin olduğu, üstelik bu kadın karakterlerin bir lider pozisyonunda konumlandığı görülmektedir. Ayrıca filmde kadın karakterlerin birbiri ile diyalog halinde oldukları ve filmin ilk 17. dakikasında ana karakterlerden biri olan Rey ile Prenses Leia’nın konuşmasının içeriğinin erkeklerle ilgili olmadığı ayrıca bir lider pozisyonunda olan Rey ile bir kadın öğrencisinin aralarında geçen diyalog da ve daha sonrasında filmdeki kadın karakterlerden biri olan Zorii ile konuşuyorlarken de konunun yine erkekler ile ilgili olmayışı Star Wars filminin son serisinin Bechdel testinden geçtiğini söylememizi mümkün kılmaktadır. Bundan önceki serinin orijinal üçlemesi olan 1977, 1980 ve 1983 yıllarında vizyona giren Star Wars filmleri ise Bechdel testini geçememektedir. Orijinal üçlemede kadın karakterler olmasına rağmen bu karakterler birbirleri ile konuşmamaktadır. Bu durum bize erkekliğin sinemada bir hegemonya kurduğunun göstergesidir.
Serinin son filmi olan Star Wars: Skywalker’ın Yükselişi adlı bölümün Bechdel testini geçmesinin yanında filmdeki birçok sembol ile toplumsal cinsiyet rollerinin bir nevi yıkıldığını söyleyebilmek mümkündür. Filmin başlangıcındaki bir diyalog da aslında bizlere şu mesaj veriliyor: “Hiçbir şey imkansız değildir”. Bu cümle ana karakter olan Rey’in generali ile konuşmasında geçen bir cümledir. Burada direnişin liderliğini ele almış güçlü ve saygın bir kadının bir kadını yüreklendirdiğini görebiliriz. Bu diyalog erkeklerin dünyasında ise bir kadının güçlü oluşunun mümkün olabileceğinin mesajını veriyor bizlere.
Serideki ışın kılıcının bir güç ve iktidar göstergesi olarak hep erkek savaşçıların elinde oluşu ataerkilliği ve bu ideolojinin yeniden yaratılmasını gösteriyorken, son filmdeki ana karakter olan Rey’in bu kılıca sahip olması eşitliği ve daha sonraki dakikalarda iki kılıca birden sahip olması ise bize toplumda kadına verilmesi gereken pozitif ayrımcılığı simgelemektedir. Filmin ilerleyen dakikalarında Rey’in erkeklerden oluşan arkadaş grubuna liderlik ediyor oluşu göze çarpmaktadır. Rey karakteri serinin diğer kadın karakterlerinden farklı olarak zengin bir prenses ve ya bir gezegene hükmeden varlıklı bir kraliçe değildir. Üstelik erkekliğe atfedilen özelliklerden biri olarak filmde gösterilen motor kullanmak ve uzay gemisi sürebilmek gibi yeteneklere de sahiptir. Filmde geçen bir ayrıntıda Rey, erkek bir arkadaşı olan Finn ile bir sahnede karşılaştığında birlikte Stormtrooperlar’dan kaçmak zorunda kalırlar. Finn, Rey’in elinden tutar ama Rey, Finn’e şöyle söyler: “Elimi tutmazsan koşabilirim!”. Bu konuşma aslında kadınların erkeklerin yardımı olmadan başarılı olabileceğini ve toplumda erkekler kadınların yükselmesinde engel olmadığı sürece, yani cam tavan ortadan kalktığı müddetçe kadınların kendilerini ispatlayabileceklerinin bir göstergesidir.
Seride 1977’den beri yaratılmış olan bir sistem var, buda Skywalker oluşun, yani iktidarın babadan oğula geçişidir. Bunun toplumdaki karşılığı ise veliahtlıktır. Oğlan çocukları babadan arta kalan iktidarı doldurur ve baba öldükten sonra aileye ve doğrudan da kamusal alana hükmederek tahakkümü devralırlar. Seride bu olgu, yıllarca varlığını sürdürmüştür. Fakat serinin son filminde ilk kez Skywalker bir kadın olarak Rey’dir. Bu mesaj, izleyicilere ailedeki kız çocuklarının da en az oğlan çocukları kadar önemli olduklarını, fırsat verildiği takdirde potansiyellerini gerçekleştirebileceklerini ve oğlan çocuklarıyla eşit oldukları farkındalığını kazandırmış olmaktadır. Filmde ayrıca Rey’in yaraları iyileştirebilmesi yani hayat veriyor oluşu, kadının doğurganlığına atıfta bulunmuş ve bu durumun kutsallığı gösterilmiştir.
Filmin sonunda, savaşın kazanıldığı ve tüm halkın mutlu olup birbirlerine sarıldığı kısımda bir lezbiyen çiftin öpüşüyor oluşu izleyiciye, heteroseksüelliğin ‘normal’ sayılması algısının dışında cinsel yönelimlerin farklı olabileceği ve toplumda bir gerçekliğinin olduğu izlenimini vermektedir.
Aynı sahnenin ilerleyen bölümlerinde, Rey ve arkadaşlarının birbirlerini gördükleri için sarılıyor oluşu cinsellikten uzak bir erkek ve bir kadının arkadaş olabileceğini göstermektedir. Aynı zamanda, o anda Finn’in mutlu oluşundan dolayı gözlerinden yaş gelmesi bir erkeğin duygularını dışa vurmasının ne kadar olağan ve tamamen insanı olduğunun kanıtı niteliğindedir. Toplumdaki “erkekler ağlamaz” ve onların duyguları yoktur inancının tam tersine filmde bu sahneye yer verilmesi oldukça önemli bir ayrıntıdır. Ayrıca Finn’in siyahi oluşu yıllardır Amerikan toplumdaki ırkçılığa bir başkaldırıdır.
Filmin son sahnesinde yer alan bir başka ayrıntı ise Rey’in yakın arkadaşı olan Poe’nun Zorii’ye cinsel birliktelik teklif etmesi ve Zorii’nin kabul etmemesinin ardından Poe’nin gülerek oradan ayrılmasıdır. Burada hayır demenin hayır demek olduğu, bir erkeğin günün sonunda cinsel beklentisinin doyurulmak zorunda olmadığı ve kadının cinsel ilişkiye dair seçme şansının her zaman olduğu izlenimi seyirciye aktarılmaya çalışılmıştır.
KAYNAKÇA
1-Balcı,B.(2006). "1990’lardan Günümüze Amerikan Sinemasındaki Tür Filmlerinde Toplumsal Cinsiyet Ve Irk Sunumları". T.C. EGE Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 46-50.
2-Turan,H.(2013). "Eril Bakış Açısından Sinemada Kadın Ve Şiddet Olgusu", T.C. Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Enstitüsü, 29-32.
Yorumlar